25 Kasım 2018 Pazar



Nuri Bilge Ceylan Sinemasında İmamlar ve İslam
Maaz İbrahimoğlu

Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.
DİDEM MADAK

Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini çok pozitivist bulurdum. Ancak yıllar geçtikçe bu yöndeki düşüncelerim değişti. Tabii ki Ceylan sineması da değişti.

Hükümet özellikle son on yılda gücünü arttırdı ve ülkenin tüm kurumlarına kendi söylemine paralel işler yaptırmaya çalıştı. İslamcılar iktidarı ele geçirdikçe, İslam her geçen gün bir kez daha tartışma konusu oldu. Haksızlıklar alıp başına giderken en çok konuşulanlar ise İslamiyet, Diyanet ve Müslümanlar oldu. Ülke sosyolojisinin kaydığı bu koşullara elbette ki Nuri Bilge Ceylan’ın kayıtsız kalması beklenemezdi. Ceylan, 2008 yılındaki çektiği filminin adını Üç Maymun koydu... Filmde İslamiyet’ten yada dinden bahsedilmiyordu. Ancak bu film daha sonraki filmlerin habercisiydi. Evvele Üç Maymun, Kur’an-ı Kerim referanslıydı. Bu metafor Kur’an-ı Kerimde arada kalmışların tarif edildiği Araf Suresi’nde geçiyordu: “Andolsun, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık ki kalbleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir…” (Araf:179)

Üç Maymun basit bir tamlama değildi. Duymazlıktan, görmezlikten ve bilmezlikten gelen milyonlarca insan, kendine bakacak bir aynaya ihtiyaç duymadı. Ceylan da o aynayı hiç unutmadı, elleriyle, gözleriyle, kalbiyle tuttu.

Ceylan’ın Kış Uykusu filminde ise din etrafında konuşan karakterleri Aydın Bey ve İmam Hamdi idi. Ancak son filmi Ahlat Ağacı’nda ise iki imam var. Bir de İslam hakkında yorumlarda bulunan atanamamış öğretmen Sinan var.

Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu’da gibi filmlerde dinsel işaretler kullanıldı ancak İslam tam bir konu olarak filmlerin akışına girmedi. Sıra Kış Uykusundayken din iki boyutlu bir biçimde bize sunuldu. Yatayda İmam Hamdi karakteri İslam’ı ameli/pratik boyutuyla temsil ederken dikeyde entelektüel Aydın Bey nazari/teorik İslam’ı köşe yazılarında yazıp çizdi ve diyaloglarında da İslam’dan bahsetmeden edemedi.

İmam Hamdi’den başlayalım. İmam Hamdi nasıl biridir? Entelektüel ve yerel bir gazetenin köşe yazarı Aydın Bey, İmam Hamdi’yi şu şekilde tarif eder: “Pasaklılığıyla, pişkinliliğiyle, ne idüğü belirsizliğiyle...” sinir eden bir adam. Aydın bey devam eder: “Her şeyden önce sen bir din adamısın. Kendi cemaatine örnek olman gerekir. Senin tertipli ve düzenli olman gerekmez mi?”,“Yamuk yumuk kılıksız bir adam… Din adamlarının topluma örnek olması gerekmiyor mu? Özellikle taşrada. Önümüzdeki haftaya da bununla ilgili bir yazı mı yazsam?”

İmam Hamdi meseleleri çok uzatan, yalan söyleyen, aynı zamanda oturdukları evin kirasını geç vermek için kırk takla atan bir karakterdir. Ancak naifliği ve diliyle cami imamlarından eksik bir yanı da yok. Tüm bunların yanında ayağı kokan bir adam olarak Aydın Bey’in sinirini bozuyor. Hatta bir sahnede erkek terliği olmadığı için kendisine kadın terliği getiriliyor… İmam Hamdi’nin olduğu her yerde Aydın Bey’i hafakanlar basıyor.

İmam Hamdi’nin temsil ettiği İslam ile Aydın Bey’in tasavvurundaki İslam aynı değildir. Burada hepimizin aklına Gerçek İslam- Tarihsel İslam ayrımı gelecektir. Evet, Aydın Bey de öyle düşünmektedir. İmam Hamdi’nin temsil ettiği İslam’dan hazzetmeyen Aydın Bey, o haftaki köşe yazısında, “Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkenin halkı, iyi yetişmiş, oturmasını kalkmasını bilen, kılık kıyafeti düzgün ve çevresine güven veren bir imaja sahip din adamlarını hak etmiyor mu? Her hafta imamlarımızın petekten bal süzer gibi, okudukları eserlerden bilgiler süzerek hazırlayacakları hutbe, cemaat tarafından zevk ve beğeni ile dinlenecek, onları da yükseltecektir. İslamiyet bir medeniyet, bir yüksek kültür dinidir.” diye yazar. Ancak bunu yazan taşralı “Türk Aydın”ında da yanlış anlaşılma korkusu vardır. Dönüp kız kardeşine sorar, “Nasıl olmuş?” Aldığı cevap “Güzel…” olur. Ancak Aydın Bey temkinlidir,“Fazla sert olmamış değil mi? İçinde yanlış anlaşılabilecek şey falan da yok?” Kız kardeşi, “Yooo. Sen dine yönelik bir şey söylemiyorsun ki, onun pratiğine, uygulanışına, onu uygulayanlara yönelik bir şey söylüyorsun zaten.” yanıtını verir. Aydın Bey de, “Zaten sonunda İslamiyet yüksek kültür dinidir falan da diyoruz.” derken kardeşi cevaplar,“Tabii canım...”

Ancak Aydın Beyin içi rahat etmez,“İyi, ben böyle şeylere aldırmam da yani… Konu hassas ne de olsa… Fakat herife(İmam Hamdi) o kadar sinir oldum ki yazmadan edemedim. Köşe yazısına konu olmayı başardı bir yerden… Pasaklılığıyla pişkinliğiyle, ne idüğü belirsizliğiyle… Ben bir oyunda imamı oynamıştım. Baya beğenilmişti, konuşulmuştu falan. Şimdi bu adama(İmam Hamdi) bakınca çok da iyi oynamadığımı düşünüyorum.” der. Böylece imam ve İslam konusu bu sahnede kapanır ve “kötülüğe karşı koymamak” konusunu açarak ilerler kız kardeş…

Aydın Bey ile kardeşi Necla kötülük konusunda kavgaya tutuşunca da Necla, “Ben senin gibi kolaycı değilim. Biraz daha söylediklerin üzerine düşünsen diyorum. Sen burada yazıyorsun, hop hallediyorsun konuyu. Kötülüklerle ilgili konuşmalarımızda hep bir takım sahtekârlıklar var gibime geliyor. Misal sen İslamiyet ile ilgili, din adamları ile ilgili bir yazı yazıyorsun. ‘İslamiyet yüksek kültür dini’ falan yazıyorsun. Adamı (İmam Hamdi) köşene konu ediyorsun. Sen İslamiyet ile ne alâka kurdun? Sen en son ne zaman camiye gittin? Hangi pratiği uyguluyorsun da yazıyorsun? Hem zaten bu yazdıklarını kaç kişi okuyacak Allahaşkına? Sen tiyatrocu adamsın, bildiğin konularda yazsana. İsteyen herkes istediği konuda yazmak ve konuşmak hakkına sahiptir, ona diyecek yok. Ama ortaya çıkan eserin de ona göre olacağını kabul etmek gerekir. Hayatını belli bir konuya adamış birinin bakışı ile amatör bir bakış arasında hayli büyük bir fark olacaktır. Din gibi konularda dışarıdan bakan birinin bir renk olduğunu da düşünmüyorum.” diye bağırır.

Garip değil mi? Necla’nın “Din gibi konularda dışarıdan bakan birinin bir renk olduğunu da düşünmüyorum.”cümlesi yeterince düşündürücü bir cümle olarak zihinlere çakıldı. Dine yani İslam’a dışarıdan bakan birinin renk olmadığını düşünmek de nitekim çok tartışıldı. Peki ama içerisi ve dışarısının sınırları nerede başlıyor? Yıllarca “Dinimizi gavurdan öğrenecek değiliz!” diyenler oldu. Peki dini sadece imamlar mı anlatmalı? Dini imamlardan ve din adamlarından mı öğrenmeliyiz? İmam Hamdi gibi karakterler İslam’ı içeriden bu haliyle, olanca yalınlığıyla temsil ederken Aydın Beyin tasavvurundaki ve tasvirindeki “Yüksek kültür dini İslam”ın temsilcisi kim olacak? Bu yorumlar hepimizi İmam Hamdi’nin temsil ettiği Müslümanlıkla, Aydın Bey’in afili kelimelerle parlattığı Müslümanlık arasındaki çıkmaza götürmüyor mu? Hani şu “gerçek İslam hangisidir” isimli meşhur bahaneler kapısına… 

Filmin yanıtlarını Türkiye’deki din tartışmalarına bakarak arayalım. Ne zaman İslam ve Müslümanlık imgesi etrafında bir tartışma çıksa Türkiye’de ilginç bir refleks ortaya çıkar; “Hassasiyet”… Nitekim Aydın Bey de İslam’ı övüyor, Müslümanların yani İmam Hamdi’nin temsil ettiği dinin yaşayış biçimineyse eleştiri yöneltiyor. Ancak bunu yaparken onda da şaşırtmayan bir “hassasiyet” korkusu vardır. Tıpkı ülkenin diğer aydınlarında olduğu gibi… Ceylan’ın bu “hassasiyet putu”nu1 filmde bu kadar yerli yerinde kullanması da elbette takdire şayan.

Ancak ortada bir sorun yok mu? İslam’ı en iyi anlatan şey Allah’ın Kelamı Kur’an-ı Kerim değil mi? O ahlak mucizesi nerede duruyor? El cevap: Ceylan’ın filmlerinde Kur’an-ı Kerim yok! Ceylan’ın filmlerindeki bu adamlar dinlerini tartışıyor ama Kuran-ı Kerim üzerinden değil.“Ayet var ayettt!” diye bağıran hiçbir tipin Ceylan filmlerinde olmaması tesadüf değildir. Çünkü Türkiye’de çoğunluk önce kafasında yarattığı ve sonra önüne gelene dayattığı dini tasavvurla kendini haklı çıkarma peşinde... Kimse zahmet edip o mesele hakkında Allah’ın ne dediğini düşünmüyor ve Allan’ın kullarına indirdiği kitaba bakmıyor. Türkiye’deki sahne bu iken Ceylan’ın filmlerindeki karakterler neden Kur’an peşinde olan Müslüman rolünü oynasın ki? Yönetmen burada bu her yanı “hassasiyet” dolu olan meseleye yeterince başarıyla ayna tutmuş olmuyor mu?

Kış Uykusu’ndaki imam ve İslam temasına Aydın Bey ve İmam arasındaki diyalog ile ilerleyen bir başka sahne ile devam edelim. İmam Hamdi, yeğeni İlyas ile Aydın Bey’e özür dilemek için gelir. İmam Hamdi’nin özür dileme referansı yine İslam’dır. Söze şöyle başlar: “Özür dilemek kolay iş değil. Nedamet getirmek ise başlı başlına tekamül işi. Ama öyle yada böyle dargınlıkları gidermeden de gerçek huzuru bulamaz insan diye düşünüyorum. Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem.(Elini kalbine götürüyor. M.İ.)‘Nedamet, tövbedir’ buyurmuşlar. Yani bir insan hakikaten inandırabilirse bizi pişman olduğuna o zaman bizim de affetmekten başka -haşa huzurdan- yapabileceğimiz hiçbir şey kalmaz. İnanın ki böyledir. İlyas’ımız küçük yaşına rağmen yürekten inandı söylediklerime. Düşündü, benimsedi, hak verdi. O nedenle bugün benimle beraber bugün buraya geldi sizin bir elinizi öpmek istedi.” diyor. Ancak çocuk istemeden ayağa kalkar. Aydın Bey’in elini öpmesi için İmam Hamdi çocuğa ısrar eder. Ancak çocuk bayılır. İmamın yalanı ifşa olur. 

Kış Uykusu filmindeki sahneler çok akıcıdır. Aydın Bey ve İmam Hamdi günümüz Türkiye sosyolojisinde her yerde karşımıza çıkabilen iki karakterdir. Hem diyaloglar hem de konular enfes bir şekilde akar. “Gerçek İslam bu değil, o değil!” tartışmaları, Aydınların İslam’ı, İmamların İslam’ı, Diyanetin İslam’ı, Diyanetin “Yemeyin, haram.” dediği ama kendisinin yediği faiz, Diyanet’in alkol karşısında gösterdiği sert tavır ama alkol vergisi üzerinden aldığı paralar karşısındaki sessizliği, indirilen İslam karşısında uydurulan İslam… Kahvede, sosyal medyada gündelik hayatın pek çok alanında sürekli tartışılan bu konular Ceylan sinemasında da sağlam diyaloglarla karşımıza çıkıyor.
Kış Uykusu filminden anladığım kadarıyla Ceylan için de İslam ayrı, Müslümanlar ayrıdır. İslam, Aydın Beyin dediği gibi “Yüksek İslamiyet bir medeniyet, bir yüksek kültür dinidir.” Müslümanlar ise İmam Hamdi karakteriyle “pasaklılığı, pişkinliliği, ne idüğü belirsizliği” temsil ediyor.  Yani Müslümanlar İslam’ı yanlış temsil ediyor. En başta da topluma örnek olması gereken imamlar bu hatayı yapıyor. Kimse de bu çıkmazdan kurtulmak için Furkan’a (hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’a) bakma zahmetinde bulunmuyor.


Yalnızlığı çoğaltmak: Gamlı ruhlardan gamhâne bedenlere…
Ceylan sinemasında din, İslam ve İmamlar konusu ile devam edelim ancak bir parantez açmak açmam gerek. Son filmi Ahlat Ağacı’nda öğretmen bir baba, atanamamış bir öğretmen oğul ve iki imam var. Herkes filmi baba ve oğul arasındaki bir hikâye olarak yazdı. Peki, bu baba ve oğul kimi temsil ediyor? Benim açımdan Yakup Peygamberi ve oğlu Yusuf’u temsil ediyor. O yüzden Yusuf ve Yakup kıssasını kısaca anlatmakta fayda var. Allah Teala,  Yusuf sûresinin üçüncü ayetinde bu kıssayı “ahsenü’l kasas” şeklinde tarif eder. Yani “kıssaların en güzeli”dir. Allah ile aynı fikirdeyim. Şahsen bana göre de kıssaların en güzeli Yusuf Kıssası’dır. Bu kıssa kısaca şöyle:

Yakup peygamberdir ve tıpkı onun gibi oğlu Yusuf’a da peygamberlik gelmiştir. Baba Yakup, evlatları içerisinde en çok Yusuf’u sever ve üstüne titrer. Kardeşleri bu sevgiyi kıskanır. Yusuf kardeşleri tarafından kuyuya atılır. Babalarına, Yusuf’u kurt kaptı şeklinde yalan söylerler. Yusuf’un başından pek çok olay geçer. Kuyuya düşen Yusuf bir müddet sonra Mısır’a sultan olacak kadar yükselir. Yusuf’a asıl yükseliş basamağının rüya olduğunu unutmayalım. Öbür tarafta Baba Yakup oğlunun hasretine dayanamaz, kör olur ve inzivaya çekilerek kendine hüzünler kulübesini(Kulbe-i Ahzân) inşa eder. Ayrıca rivayetlere göre Yakup 3-5 koyun otlatıp çobanlık da yaparmış. Çocukları arasında babasını en iyi anlayan Yusuf’tur. Bu güzel kıssada aşk, ayrılık, rüya, iktidar, gençlik, şehvet, düşüş ve yükseliş başta olmak üzere pek çok şey var… Hani şu Yusuf’un güzelliği karşısında elini kesen kadınların anlatıldığı kıssa… Kıssa, mutlu sonlarla biter. Baba evladına kavuşur. Gözleri tekrar görmeye başlar. Züleyha da tekrar gençlik güzelliğine kavuşur. Yusuf ile birlikte olur vs…
Baba Yakup ve oğul Yusuf’un peygamber olduğunu söyledik. Ahlat Ağacı’nda ise baba ve oğul ikisi de öğretmendir. Babanın iki çocuğu var ama o oğlu ile daha iyi anlaşıyor. Filmde yine Yusuf’un kuyusu gibi bir kuyu da var. Filmde yine rüya sahnesi de var. Filmde yine dağ başında babanın yaptığı ve içinde hüzünlendiği bir kulübe de var. Ve filmde yine babanın çobanlık yaptığı 3-5 koyun da var. Günün birinde Yusuf Kıssası modern dünyaya uyarılmak istenilse ne tür metaforlar bulunabilir acaba? Kuyu, aslında içimizdeki boşluk olarak karşımıza çıkıyor. Atanmış öğretmen baba, iç boşluğunu dolduracak şeyleri bir türlü elde edemiyor. Ne oynadığı toto loto oyunlarından bir şey çıkıyor ne de kazdığı kuyudan bir türlü su çıkıyor.

Atanamamış genç öğretmen Sinan ise ünlü bir yazar olmak istiyor ama maalesef bir türlü ateşini söndürecek olan o imge, simge ve gerçeklik dünyasındaki dengeyi kuramıyor. Onun da iç boşluğu giderek büyüyor. Babasını anlıyor çünkü içindeki yazarlık hararetini bir tek babası anlıyor. Yazdığı kitabı okumuş yegâne kişi olarak yine babası karşımıza çıkıyor. Tıpkı Yusuf’un hasretiyle onun yaşadığını bilen babası Yakup gibi bir çağrışım var burada…

Fakat Ahlat Ağacındaki rüya kısmı ilginç. Kıssaya göre Yusuf rüya yorumlarıyla yükseliyordu. Filmde ise baba rüyasında oğlu Sinan’ın kendini kuyuda astığını görüyor. Ceylan, acaba geleneksel insanı yükselten şeyin modern insanı alçaltan bir şey olduğunu mu ima ediyor? Baba ve oğul sessizce, konuşmadan birbirini anlıyorlar. İkisinin gamlı ruhlarının tercümanı gemli ağızlar oluyor. Sessizlik ve hüzünlü bakışlarla örülü baba-oğul arasındaki bu dil, yalnızlık elbisesiyle örtülüyor. Film ilerledikçe gamdan gamhâne inşa ediliyor.

Film bir nevi dinin bahsettiği tasviri bize gösteriyor; Her şey var ama en çok mevcut olan şey ise ‘yokluk deryası’. Yani iman yoksa ruhlar tatmin olmuyor… Filmde, baba ve oğul muhtaç oldukları manayı bir türlü bulamıyorlar ve ömürleri “ahlar” etrafında geçiyor. Hem baba hem oğul, Yakup’un haleti ruhiyesini taşıyor. Yakup, hep Yusuf’u aradı ve bulunca hasret ateşi söndü. Ancak Ahlat Ağacında her taraf su olmasına rağmen baba ve oğul ısrarla kuyu kazıyor ve o boşluklarına derman olacak suyu bulmaya çalışıyor. Kimsenin suyuyla ruhlarına bir damla şifa gelmiyor. Hararetleri sönmüyor. Bu ısrarlı arayışın kapanmayan bir çıkmazı var: bulunmasa bile aramak… Bulamadığımız suyu aramak, bulamadığımız suyla arınmaya çalışmak... Bu arayış hangi hararetimizi söndürebilir ki? Derridacı diferanslara, Deleuzecü imajlara, Ecocu aşırıyorum dehlizlerine girmeyip parantezi kapatıyorum.

Atanan mümin: Devlete itaatkar millete isyankar
Ahlat2 Ağacında İslamiyet, öğretmen ve iki imam arasında konuşuluyor. Filmde imamların göründüğü ilk sahne bir elma3 ağacıyla başlıyor. İki imamın canı elma çekince başkasının bahçesine destursuz girip o uzak durulması gereken ‘yasak elmadan’ yerler. Bunu gören öğretmen, onlara taş atar ve “Bizi bu dünyadan da mı kovacaksınız!” diye takılır.

Herkes bilir. Hz. Âdem ona yasak edilen bir meyveden yediği için cennetten kovuldu ve dünyaya atılarak cezalandırıldı. İmamlar ve öğretmenin buradan başlayan diyalogu yol boyunca devam eder ve kahvehanede son bulur.

Metaforlar ilginç.  Öğretmenin temsil ettiği yön bilim ve üstelik atanamamış. Yani öğretmenin bilgisine/ilmine devlet ‘onay’ vermemiş. Aşması gereken bir KPSS duvarı var. Bu yüzden öğretmenin sahip olduğu bu bilginin ‘hükmü’ yoktur. İşe yaramaz bir pozisyona itmiştir Sinan’ı… Öğretmen Sinan atanmamıştır fakat kimsenin de hırsızlığını yapmaz. Herhangi bir dini imgeye sığınarak kendini arındırmaya da çalışmaz...

Ancak imamların durumu farklıdır. İmamlar dini temsil eder. Üstelik imamlar devlet tarafından atanmıştır, maaşlarını alırlar ve devletin kadrolu memurları olarak karşımıza çıkarlar. O yüzden sahip oldukları ilmin adeta bir ‘hükmü’ vardır. Filmde imamlar, İslam’ın “YAPMAYIN” dediği pek çok şeyi yaparak karşımıza çıkıyorlar. Evvela hırsızlık yapıyorlar, dedikodu yapıyorlar ve insanları kınıyorlar. Oysa İslam bunlar için hep“YAPMAYIN” diye emreder.

Ayrıca iki imamın İslam’ı yorumlama biçimleri de farklıdır. Birinin dayanağı “Ebu Zer efendimiz…” olarak karşımıza çıkarken diğer imamın referansı, “Ama başka sahabe efendilerimizden örnekler…” olarak karşımıza çıkıyor. Fakat pratikte bu iki imam da aynı sistemin çarkları olarak ilerleyişte yine aynı işlevi görüyorlar. İkisi de öğretmene insaniyet, adalet ve hakkaniyet dersi vermeye çalışır. Çocuğun babası da toto loto oyunları oynadığı için toplum tarafından kınanı. Filmde imamlardan biri diyor ki, “Babanı kınamamak lazım...” Öğretmen Sinan, imamların maaşının toto loto oyunlarının oynanmasından kesilen vergi ile ödendiğini ima eder ve “Kimse masum değil.” diyerek imamların ağzının payını verir. İmamlar da tıpkı Diyanet’in günümüzdeki imamları gibi susar.
Filmde geçen bu konular güncel bir tartışma olarak her hutbe sonrasında karşımıza çıkıyor. Türkiye’deki imamlar sürekli şarabın, meyhanenin, kerhanenin haram olduğunu anlatır ama vergisinin haram olduğuna dair Diyanet’in veya İslamiyet’in tek bir hükmünü konuşmazlar... Ceylan yine çok sağlam bir şekilde iki tarafa da eşit hakkaniyetle söz hakkı vererek konuyu sahnelendiriyor.

İslam mı İslamlar mı?
Ceylan’ın sinemasında İslam yok İslamlar var. Herkes kendi penceresinden Müslüman. Herkes Müslüman ama herkes “yeterince” veya “kendi yettiğince” düşündüğünü göstermeye çalışarak İslam’ı yorumluyor. İmamlar bile aynı fikirde değil. Ancak yürüdükleri yol, yedikleri elma ve aldıkları maaş aynı kaynaktan... Aydın Bey, İmam Hamdi, Öğretmen Sinan, ve Ahlat Ağacı’ndaki iki imam bize yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkenin 5 kişilik Müslüman’ı olarak görünüyor... Kış Uykusuna göre de, Ahlat Ağacı’na göre de “Müslümanlar, İslam’ı hakkıyla temsil etmiyor.” anlamı çıkarılabilir mi? Evet, çıkarılabilir.

Dipnotlar 

1.    İlk kez Reha Rehavioğlu’ndan gördüğüm bu kavram cahillerin baskınlığı için en büyük dayanak.

2.   Ahlat’ın Türkçesi âhlar demek. “Ah minel aşki ve hâlâtihi,/Ahraka kalbî bi-harârâtihî: Âh olsun! Hararetiyle kalbimi yakıp kavuran aşkın elinden ve onun hâllerinden” sözünün ilk ve son harfi birleştiğinde Âh kelimesi elde edilir. Allah kelimesini kısaca yazmak istediğimizde âh şeklinde yazarız. Âh, tasavvufta Allah demektir. Emân kelimesi de Muhammed peygamberi temsil eder. O yüzden âşıklar Âh û Emân nidasında bulunur. Ceylan’ın bir sonra ki filminin adı Ahlâm olursa şaşmam!

3.  Bir Zamanlar Anadolu’da filminde de bir elma sahnesi var. Elma yaklaşık 5 dakika kadar sadece yuvarlanarak ilerler. Elma ile ne denilmek istedi tartışması da epey sürmüştü. Bu filmde de aynı elma sanki günah çıkarırcasına yaklaşık 10 dakika görünüyor. İmamlar çaldıkları elmaları yiye yiye yolculuklarını tamamlıyorlar.

Bu yazının bir kısmı Ahval'de yayınlanmıştır.  https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/node/31600?amp 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder