Nuri
Bilge Ceylan Sinemasında İmamlar ve İslam
Maaz
İbrahimoğlu
Ahlat ahların
ağacıydı,
Yaşlanmaya
başlayanların,
İtiraf
edilememiş aşkların,
Evde kalmış
kızların.
Ahlat ahların
ağacıydı,
Cezayir nasıl
cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.
DİDEM
MADAK
Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini çok pozitivist
bulurdum. Ancak yıllar geçtikçe bu yöndeki düşüncelerim değişti. Tabii ki
Ceylan sineması da değişti.
Hükümet özellikle son on yılda gücünü arttırdı ve
ülkenin tüm kurumlarına kendi söylemine paralel işler yaptırmaya çalıştı.
İslamcılar iktidarı ele geçirdikçe, İslam her geçen gün bir kez daha tartışma
konusu oldu. Haksızlıklar alıp başına giderken en çok konuşulanlar ise İslamiyet,
Diyanet ve Müslümanlar oldu. Ülke sosyolojisinin kaydığı bu koşullara elbette ki
Nuri Bilge Ceylan’ın kayıtsız kalması beklenemezdi. Ceylan, 2008 yılındaki
çektiği filminin adını Üç Maymun koydu... Filmde İslamiyet’ten
yada dinden bahsedilmiyordu. Ancak bu film daha sonraki filmlerin habercisiydi.
Evvele Üç Maymun, Kur’an-ı Kerim
referanslıydı. Bu metafor Kur’an-ı Kerim’de arada kalmışların
tarif edildiği Araf Suresi’nde geçiyordu: “Andolsun, cehennem için de birçok
cin ve insan yarattık ki kalbleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var,
fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar
hayvanlar gibidir…” (Araf:179)
Üç
Maymun basit bir tamlama değildi. Duymazlıktan,
görmezlikten ve bilmezlikten gelen milyonlarca insan, kendine bakacak bir
aynaya ihtiyaç duymadı. Ceylan da o aynayı hiç unutmadı, elleriyle, gözleriyle,
kalbiyle tuttu.
Ceylan’ın Kış Uykusu filminde ise din
etrafında konuşan karakterleri Aydın Bey ve İmam Hamdi idi. Ancak son filmi Ahlat
Ağacı’nda ise iki imam var. Bir de İslam hakkında yorumlarda bulunan
atanamamış öğretmen Sinan var.
Üç
Maymun, Bir Zamanlar Anadolu’da gibi filmlerde dinsel
işaretler kullanıldı ancak İslam tam bir konu olarak filmlerin akışına girmedi.
Sıra Kış
Uykusu’ndayken din iki
boyutlu bir biçimde bize sunuldu. Yatayda İmam Hamdi karakteri İslam’ı ameli/pratik
boyutuyla temsil ederken dikeyde entelektüel Aydın Bey nazari/teorik İslam’ı
köşe yazılarında yazıp çizdi ve diyaloglarında da İslam’dan bahsetmeden
edemedi.
İmam Hamdi’den başlayalım. İmam Hamdi nasıl biridir?
Entelektüel ve yerel bir gazetenin köşe yazarı Aydın Bey, İmam Hamdi’yi şu
şekilde tarif eder: “Pasaklılığıyla, pişkinliliğiyle, ne idüğü
belirsizliğiyle...” sinir eden bir adam. Aydın bey devam eder: “Her şeyden önce
sen bir din adamısın. Kendi cemaatine örnek olman gerekir. Senin tertipli ve
düzenli olman gerekmez mi?”,“Yamuk yumuk kılıksız bir adam… Din adamlarının
topluma örnek olması gerekmiyor mu? Özellikle taşrada. Önümüzdeki haftaya da
bununla ilgili bir yazı mı yazsam?”
İmam Hamdi meseleleri çok uzatan, yalan söyleyen,
aynı zamanda oturdukları evin kirasını geç vermek için kırk takla atan bir
karakterdir. Ancak naifliği ve diliyle cami imamlarından eksik bir yanı da yok.
Tüm bunların yanında ayağı kokan bir adam olarak Aydın Bey’in sinirini bozuyor.
Hatta bir sahnede erkek terliği olmadığı için kendisine kadın terliği
getiriliyor… İmam Hamdi’nin olduğu her yerde Aydın Bey’i hafakanlar basıyor.
İmam Hamdi’nin temsil ettiği İslam ile Aydın Bey’in
tasavvurundaki İslam aynı değildir. Burada hepimizin aklına Gerçek İslam- Tarihsel İslam ayrımı gelecektir. Evet, Aydın Bey de öyle
düşünmektedir. İmam Hamdi’nin temsil ettiği İslam’dan hazzetmeyen Aydın Bey, o
haftaki köşe yazısında, “Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkenin halkı,
iyi yetişmiş, oturmasını kalkmasını bilen, kılık kıyafeti düzgün ve çevresine
güven veren bir imaja sahip din adamlarını hak etmiyor mu? Her hafta
imamlarımızın petekten bal süzer gibi, okudukları eserlerden bilgiler süzerek
hazırlayacakları hutbe, cemaat tarafından zevk ve beğeni ile dinlenecek, onları
da yükseltecektir. İslamiyet bir medeniyet, bir yüksek kültür dinidir.” diye
yazar. Ancak bunu yazan taşralı “Türk Aydın”ında da yanlış anlaşılma korkusu
vardır. Dönüp kız kardeşine sorar, “Nasıl olmuş?” Aldığı cevap “Güzel…” olur.
Ancak Aydın Bey temkinlidir,“Fazla sert olmamış değil mi? İçinde yanlış
anlaşılabilecek şey falan da yok?” Kız kardeşi, “Yooo. Sen dine yönelik bir şey
söylemiyorsun ki, onun pratiğine, uygulanışına, onu uygulayanlara yönelik bir
şey söylüyorsun zaten.” yanıtını verir. Aydın Bey de, “Zaten sonunda İslamiyet
yüksek kültür dinidir falan da diyoruz.” derken kardeşi cevaplar,“Tabii canım...”
Ancak Aydın Beyin içi rahat etmez,“İyi, ben böyle
şeylere aldırmam da yani… Konu hassas ne de olsa… Fakat herife(İmam Hamdi) o
kadar sinir oldum ki yazmadan edemedim. Köşe yazısına konu olmayı başardı bir
yerden… Pasaklılığıyla pişkinliğiyle, ne idüğü belirsizliğiyle… Ben bir oyunda imamı
oynamıştım. Baya beğenilmişti, konuşulmuştu falan. Şimdi bu adama(İmam Hamdi)
bakınca çok da iyi oynamadığımı düşünüyorum.” der. Böylece imam ve İslam konusu
bu sahnede kapanır ve “kötülüğe karşı koymamak” konusunu açarak ilerler kız
kardeş…
Aydın Bey ile kardeşi Necla kötülük konusunda kavgaya
tutuşunca da Necla, “Ben senin gibi kolaycı değilim. Biraz daha söylediklerin
üzerine düşünsen diyorum. Sen burada yazıyorsun, hop hallediyorsun konuyu.
Kötülüklerle ilgili konuşmalarımızda hep bir takım sahtekârlıklar var gibime
geliyor. Misal sen İslamiyet ile ilgili, din adamları ile ilgili bir yazı
yazıyorsun. ‘İslamiyet yüksek kültür dini’ falan yazıyorsun. Adamı (İmam Hamdi)
köşene konu ediyorsun. Sen İslamiyet ile ne alâka kurdun? Sen en son ne zaman
camiye gittin? Hangi pratiği uyguluyorsun da yazıyorsun? Hem zaten bu
yazdıklarını kaç kişi okuyacak Allahaşkına? Sen tiyatrocu adamsın, bildiğin
konularda yazsana. İsteyen herkes istediği konuda yazmak ve konuşmak hakkına
sahiptir, ona diyecek yok. Ama ortaya çıkan eserin de ona göre olacağını kabul
etmek gerekir. Hayatını belli bir konuya adamış birinin bakışı ile amatör bir
bakış arasında hayli büyük bir fark olacaktır. Din gibi konularda dışarıdan
bakan birinin bir renk olduğunu da düşünmüyorum.” diye bağırır.
Garip değil mi? Necla’nın “Din gibi konularda
dışarıdan bakan birinin bir renk olduğunu da düşünmüyorum.”cümlesi yeterince
düşündürücü bir cümle olarak zihinlere çakıldı. Dine yani İslam’a dışarıdan
bakan birinin renk olmadığını düşünmek de nitekim çok tartışıldı. Peki ama
içerisi ve dışarısının sınırları nerede başlıyor? Yıllarca “Dinimizi gavurdan
öğrenecek değiliz!” diyenler oldu. Peki dini sadece imamlar mı anlatmalı? Dini
imamlardan ve din adamlarından mı öğrenmeliyiz? İmam Hamdi gibi karakterler
İslam’ı içeriden bu haliyle, olanca yalınlığıyla temsil ederken Aydın Beyin
tasavvurundaki ve tasvirindeki “Yüksek kültür dini İslam”ın temsilcisi kim
olacak? Bu yorumlar hepimizi İmam Hamdi’nin temsil ettiği Müslümanlıkla, Aydın Bey’in
afili kelimelerle parlattığı Müslümanlık arasındaki çıkmaza götürmüyor mu? Hani
şu “gerçek İslam hangisidir” isimli meşhur bahaneler kapısına…
Filmin yanıtlarını Türkiye’deki din tartışmalarına
bakarak arayalım. Ne zaman İslam ve Müslümanlık imgesi etrafında bir tartışma
çıksa Türkiye’de ilginç bir refleks ortaya çıkar; “Hassasiyet”… Nitekim Aydın
Bey de İslam’ı övüyor, Müslümanların yani İmam Hamdi’nin temsil ettiği dinin
yaşayış biçimineyse eleştiri yöneltiyor. Ancak bunu yaparken onda da
şaşırtmayan bir “hassasiyet” korkusu vardır. Tıpkı ülkenin diğer aydınlarında
olduğu gibi… Ceylan’ın bu “hassasiyet putu”nu1 filmde bu kadar yerli
yerinde kullanması da elbette takdire şayan.
Ancak ortada bir sorun yok mu? İslam’ı en iyi
anlatan şey Allah’ın Kelamı Kur’an-ı Kerim değil mi? O ahlak mucizesi
nerede duruyor? El cevap: Ceylan’ın filmlerinde Kur’an-ı Kerim yok! Ceylan’ın
filmlerindeki bu adamlar dinlerini tartışıyor ama Kuran-ı Kerim üzerinden
değil.“Ayet var ayettt!” diye bağıran hiçbir tipin Ceylan filmlerinde olmaması
tesadüf değildir. Çünkü Türkiye’de çoğunluk önce kafasında yarattığı ve sonra
önüne gelene dayattığı dini tasavvurla kendini haklı çıkarma peşinde... Kimse
zahmet edip o mesele hakkında Allah’ın ne dediğini düşünmüyor ve Allan’ın
kullarına indirdiği kitaba bakmıyor. Türkiye’deki sahne bu iken Ceylan’ın filmlerindeki
karakterler neden Kur’an peşinde olan
Müslüman rolünü oynasın ki? Yönetmen burada bu her yanı “hassasiyet” dolu olan
meseleye yeterince başarıyla ayna tutmuş olmuyor mu?
Kış
Uykusu’ndaki imam ve İslam temasına Aydın Bey
ve İmam arasındaki diyalog ile ilerleyen bir başka sahne ile devam edelim. İmam
Hamdi, yeğeni İlyas ile Aydın Bey’e özür dilemek için gelir. İmam Hamdi’nin
özür dileme referansı yine İslam’dır. Söze şöyle başlar: “Özür dilemek kolay iş
değil. Nedamet getirmek ise başlı başlına tekamül işi. Ama öyle yada böyle
dargınlıkları gidermeden de gerçek huzuru bulamaz insan diye düşünüyorum. Peygamber
Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem.(Elini kalbine götürüyor. M.İ.)‘Nedamet,
tövbedir’ buyurmuşlar. Yani bir insan hakikaten inandırabilirse bizi pişman
olduğuna o zaman bizim de affetmekten başka -haşa huzurdan- yapabileceğimiz
hiçbir şey kalmaz. İnanın ki böyledir. İlyas’ımız küçük yaşına rağmen yürekten
inandı söylediklerime. Düşündü, benimsedi, hak verdi. O nedenle bugün benimle
beraber bugün buraya geldi sizin bir elinizi öpmek istedi.” diyor. Ancak çocuk
istemeden ayağa kalkar. Aydın Bey’in elini öpmesi için İmam Hamdi çocuğa ısrar
eder. Ancak çocuk bayılır. İmamın yalanı ifşa olur.
Kış
Uykusu filmindeki sahneler çok akıcıdır. Aydın Bey ve İmam
Hamdi günümüz Türkiye sosyolojisinde her yerde karşımıza çıkabilen iki
karakterdir. Hem diyaloglar hem de konular enfes bir şekilde akar. “Gerçek
İslam bu değil, o değil!” tartışmaları, Aydınların İslam’ı, İmamların İslam’ı,
Diyanetin İslam’ı, Diyanetin “Yemeyin, haram.” dediği ama kendisinin yediği
faiz, Diyanet’in alkol karşısında gösterdiği sert tavır ama alkol vergisi
üzerinden aldığı paralar karşısındaki sessizliği, indirilen İslam karşısında uydurulan
İslam… Kahvede, sosyal medyada gündelik hayatın pek çok alanında sürekli
tartışılan bu konular Ceylan sinemasında da sağlam diyaloglarla karşımıza
çıkıyor.
Kış
Uykusu filminden anladığım kadarıyla Ceylan için
de İslam ayrı, Müslümanlar ayrıdır. İslam, Aydın Beyin dediği gibi “Yüksek İslamiyet
bir medeniyet, bir yüksek kültür dinidir.” Müslümanlar ise İmam Hamdi
karakteriyle “pasaklılığı, pişkinliliği, ne idüğü belirsizliği” temsil
ediyor. Yani Müslümanlar İslam’ı yanlış
temsil ediyor. En başta da topluma örnek olması gereken imamlar bu hatayı
yapıyor. Kimse de bu çıkmazdan kurtulmak için Furkan’a (hak ile bâtılı ayıran
Kur’ân’a) bakma zahmetinde bulunmuyor.
Yalnızlığı
çoğaltmak: Gamlı ruhlardan gamhâne bedenlere…
Ceylan sinemasında din, İslam ve İmamlar konusu ile devam
edelim ancak bir parantez açmak açmam gerek. Son filmi Ahlat Ağacı’nda öğretmen
bir baba, atanamamış bir öğretmen oğul ve iki imam var. Herkes filmi baba ve
oğul arasındaki bir hikâye olarak yazdı. Peki, bu baba ve oğul kimi temsil
ediyor? Benim açımdan Yakup Peygamberi ve oğlu Yusuf’u temsil ediyor. O yüzden Yusuf
ve Yakup kıssasını kısaca anlatmakta fayda var. Allah Teala, Yusuf sûresinin üçüncü ayetinde bu kıssayı
“ahsenü’l kasas” şeklinde tarif eder. Yani “kıssaların en güzeli”dir. Allah ile
aynı fikirdeyim. Şahsen bana göre de kıssaların en güzeli Yusuf Kıssası’dır. Bu
kıssa kısaca şöyle:
Yakup peygamberdir ve tıpkı onun gibi oğlu Yusuf’a
da peygamberlik gelmiştir. Baba Yakup, evlatları içerisinde en çok Yusuf’u
sever ve üstüne titrer. Kardeşleri bu sevgiyi kıskanır. Yusuf kardeşleri
tarafından kuyuya atılır. Babalarına, Yusuf’u kurt kaptı şeklinde yalan
söylerler. Yusuf’un başından pek çok olay geçer. Kuyuya düşen Yusuf bir müddet
sonra Mısır’a sultan olacak kadar yükselir. Yusuf’a asıl yükseliş basamağının
rüya olduğunu unutmayalım. Öbür tarafta Baba Yakup oğlunun hasretine dayanamaz,
kör olur ve inzivaya çekilerek kendine hüzünler kulübesini(Kulbe-i Ahzân) inşa
eder. Ayrıca rivayetlere göre Yakup 3-5 koyun otlatıp çobanlık da yaparmış.
Çocukları arasında babasını en iyi anlayan Yusuf’tur. Bu güzel kıssada aşk,
ayrılık, rüya, iktidar, gençlik, şehvet, düşüş ve yükseliş başta olmak üzere
pek çok şey var… Hani şu Yusuf’un güzelliği karşısında elini kesen kadınların
anlatıldığı kıssa… Kıssa, mutlu sonlarla biter. Baba evladına kavuşur. Gözleri
tekrar görmeye başlar. Züleyha da tekrar gençlik güzelliğine kavuşur. Yusuf ile
birlikte olur vs…
Baba Yakup ve oğul Yusuf’un peygamber olduğunu
söyledik. Ahlat Ağacı’nda ise baba ve oğul ikisi de öğretmendir. Babanın
iki çocuğu var ama o oğlu ile daha iyi anlaşıyor. Filmde yine Yusuf’un kuyusu
gibi bir kuyu da var. Filmde yine rüya sahnesi de var. Filmde yine dağ başında
babanın yaptığı ve içinde hüzünlendiği bir kulübe de var. Ve filmde yine
babanın çobanlık yaptığı 3-5 koyun da var. Günün birinde Yusuf Kıssası modern
dünyaya uyarılmak istenilse ne tür metaforlar bulunabilir acaba? Kuyu, aslında
içimizdeki boşluk olarak karşımıza çıkıyor. Atanmış öğretmen baba, iç boşluğunu
dolduracak şeyleri bir türlü elde edemiyor. Ne oynadığı toto loto oyunlarından
bir şey çıkıyor ne de kazdığı kuyudan bir türlü su çıkıyor.
Atanamamış genç öğretmen Sinan ise ünlü bir yazar
olmak istiyor ama maalesef bir türlü ateşini söndürecek olan o imge, simge ve
gerçeklik dünyasındaki dengeyi kuramıyor. Onun da iç boşluğu giderek büyüyor.
Babasını anlıyor çünkü içindeki yazarlık hararetini bir tek babası anlıyor.
Yazdığı kitabı okumuş yegâne kişi olarak yine babası karşımıza çıkıyor. Tıpkı
Yusuf’un hasretiyle onun yaşadığını bilen babası Yakup gibi bir çağrışım var
burada…
Fakat Ahlat Ağacı’ndaki rüya kısmı ilginç.
Kıssaya göre Yusuf rüya yorumlarıyla yükseliyordu. Filmde ise baba rüyasında
oğlu Sinan’ın kendini kuyuda astığını görüyor. Ceylan, acaba geleneksel insanı
yükselten şeyin modern insanı alçaltan bir şey olduğunu mu ima ediyor? Baba ve
oğul sessizce, konuşmadan birbirini anlıyorlar. İkisinin gamlı ruhlarının
tercümanı gemli ağızlar oluyor. Sessizlik ve hüzünlü bakışlarla örülü baba-oğul
arasındaki bu dil, yalnızlık elbisesiyle örtülüyor. Film ilerledikçe gamdan
gamhâne inşa ediliyor.
Film bir nevi dinin bahsettiği tasviri bize
gösteriyor; Her şey var ama en çok mevcut olan şey ise ‘yokluk deryası’. Yani iman
yoksa ruhlar tatmin olmuyor… Filmde, baba ve oğul muhtaç oldukları manayı bir
türlü bulamıyorlar ve ömürleri “ahlar” etrafında geçiyor. Hem baba hem oğul, Yakup’un
haleti ruhiyesini taşıyor. Yakup, hep Yusuf’u aradı ve bulunca hasret ateşi
söndü. Ancak Ahlat Ağacı’nda her
taraf su olmasına rağmen baba ve oğul ısrarla kuyu kazıyor ve o boşluklarına
derman olacak suyu bulmaya çalışıyor. Kimsenin suyuyla ruhlarına bir damla şifa
gelmiyor. Hararetleri sönmüyor. Bu ısrarlı arayışın kapanmayan bir çıkmazı var:
bulunmasa bile aramak… Bulamadığımız suyu aramak, bulamadığımız suyla arınmaya
çalışmak... Bu arayış hangi hararetimizi söndürebilir ki? Derridacı diferanslara,
Deleuzecü imajlara, Ecocu aşırıyorum dehlizlerine girmeyip parantezi
kapatıyorum.
Atanan
mümin: Devlete itaatkar millete isyankar
Ahlat2
Ağacı’nda
İslamiyet, öğretmen ve iki imam arasında konuşuluyor. Filmde imamların
göründüğü ilk sahne bir elma3 ağacıyla başlıyor. İki imamın canı
elma çekince başkasının bahçesine destursuz girip o uzak durulması gereken ‘yasak
elmadan’ yerler. Bunu gören öğretmen, onlara taş atar ve “Bizi bu dünyadan da
mı kovacaksınız!” diye takılır.
Herkes bilir. Hz. Âdem ona yasak edilen bir meyveden
yediği için cennetten kovuldu ve dünyaya atılarak cezalandırıldı. İmamlar ve
öğretmenin buradan başlayan diyalogu yol boyunca devam eder ve kahvehanede son
bulur.
Metaforlar ilginç. Öğretmenin temsil ettiği yön bilim ve üstelik atanamamış.
Yani öğretmenin bilgisine/ilmine devlet ‘onay’ vermemiş. Aşması gereken bir
KPSS duvarı var. Bu yüzden öğretmenin sahip olduğu bu bilginin ‘hükmü’ yoktur.
İşe yaramaz bir pozisyona itmiştir Sinan’ı… Öğretmen Sinan atanmamıştır fakat
kimsenin de hırsızlığını yapmaz. Herhangi bir dini imgeye sığınarak kendini
arındırmaya da çalışmaz...
Ancak imamların durumu farklıdır. İmamlar dini
temsil eder. Üstelik imamlar devlet tarafından atanmıştır, maaşlarını alırlar
ve devletin kadrolu memurları olarak karşımıza çıkarlar. O yüzden sahip
oldukları ilmin adeta bir ‘hükmü’ vardır. Filmde imamlar, İslam’ın “YAPMAYIN”
dediği pek çok şeyi yaparak karşımıza çıkıyorlar. Evvela hırsızlık yapıyorlar,
dedikodu yapıyorlar ve insanları kınıyorlar. Oysa İslam bunlar için
hep“YAPMAYIN” diye emreder.
Ayrıca iki imamın İslam’ı yorumlama biçimleri de farklıdır.
Birinin dayanağı “Ebu Zer efendimiz…” olarak karşımıza çıkarken diğer imamın
referansı, “Ama başka sahabe efendilerimizden örnekler…” olarak karşımıza
çıkıyor. Fakat pratikte bu iki imam da aynı sistemin çarkları olarak
ilerleyişte yine aynı işlevi görüyorlar. İkisi de öğretmene insaniyet, adalet
ve hakkaniyet dersi vermeye çalışır. Çocuğun babası da toto loto oyunları
oynadığı için toplum tarafından kınanı. Filmde imamlardan biri diyor ki, “Babanı
kınamamak lazım...” Öğretmen Sinan, imamların maaşının toto loto oyunlarının
oynanmasından kesilen vergi ile ödendiğini ima eder ve “Kimse masum değil.”
diyerek imamların ağzının payını verir. İmamlar da tıpkı Diyanet’in günümüzdeki
imamları gibi susar.
Filmde geçen bu konular güncel bir tartışma olarak
her hutbe sonrasında karşımıza çıkıyor. Türkiye’deki imamlar sürekli şarabın,
meyhanenin, kerhanenin haram olduğunu anlatır ama vergisinin haram olduğuna
dair Diyanet’in veya İslamiyet’in tek bir hükmünü konuşmazlar... Ceylan yine
çok sağlam bir şekilde iki tarafa da eşit hakkaniyetle söz hakkı vererek konuyu
sahnelendiriyor.
İslam
mı İslamlar mı?
Ceylan’ın sinemasında İslam yok İslamlar var. Herkes
kendi penceresinden Müslüman. Herkes Müslüman ama herkes “yeterince” veya
“kendi yettiğince” düşündüğünü göstermeye çalışarak İslam’ı yorumluyor. İmamlar
bile aynı fikirde değil. Ancak yürüdükleri yol, yedikleri elma ve aldıkları
maaş aynı kaynaktan... Aydın Bey, İmam Hamdi, Öğretmen Sinan, ve Ahlat
Ağacı’ndaki iki imam bize yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkenin
5 kişilik Müslüman’ı olarak görünüyor... Kış Uykusu’na göre de, Ahlat Ağacı’na göre de “Müslümanlar,
İslam’ı hakkıyla temsil etmiyor.” anlamı çıkarılabilir mi? Evet, çıkarılabilir.
Dipnotlar
1. İlk kez Reha Rehavioğlu’ndan gördüğüm bu kavram cahillerin baskınlığı için en büyük dayanak.
2. Ahlat’ın Türkçesi âhlar demek. “Ah minel aşki ve hâlâtihi,/Ahraka kalbî bi-harârâtihî: Âh olsun! Hararetiyle kalbimi yakıp kavuran aşkın elinden ve onun hâllerinden” sözünün ilk ve son harfi birleştiğinde Âh kelimesi elde edilir. Allah kelimesini kısaca yazmak istediğimizde âh şeklinde yazarız. Âh, tasavvufta Allah demektir. Emân kelimesi de Muhammed peygamberi temsil eder. O yüzden âşıklar Âh û Emân nidasında bulunur. Ceylan’ın bir sonra ki filminin adı Ahlâm olursa şaşmam!
3. Bir Zamanlar Anadolu’da filminde de bir elma sahnesi var. Elma yaklaşık 5 dakika kadar sadece yuvarlanarak ilerler. Elma ile ne denilmek istedi tartışması da epey sürmüştü. Bu filmde de aynı elma sanki günah çıkarırcasına yaklaşık 10 dakika görünüyor. İmamlar çaldıkları elmaları yiye yiye yolculuklarını tamamlıyorlar.
Bu yazının bir kısmı Ahval'de yayınlanmıştır. https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/node/31600?amp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder